Berat, muhasebe, murakabe, tefekkür, tevbe, istiğfar, teberrî ve inâbe gecesidir. Bu gece “bütün mahlukatın yaşama durumları tespit olunur ve bir kimsenin maddi-manevi hayatında meydana gelecek değişmelerle ilgili bir berat/kurtuluş vesikası yazılır. Yani bu gece hayır, şer tesbit edilir. Melekler kulun iyi veya kötü hallerini amel defterine yazarlar. İşte bu sebepten dolayı bu geceyi ibadetle, uyanık olarak ihya etmelidir.” denilmiştir. Anlatıldığına göre: Şaban ayının 15. günü (Berat) geldiği zaman, Hasan-ı Basrî günün ortasında evinden dışarı çıktı. Yüzünü gören onu kabre gömülüp de çıkmış sanırdı. Kendisine bu durum sorulduğu zaman dedi ki: Allah adına yemin ederim ki, gemisi parçalanıp da batan kimsenin musibeti benimkisinden daha büyük değildir.” Kendisine neden öyle olduğu sorulduğunda ise şöyle cevap verdi: “Günahlarımı yakından biliyorum. İyiliklerim için endişeliyim. Ettiklerim makbul müdür, yoksa red mi edildi, bilemiyorum.”
Denilmiştir ki: “Allah Teala’nın Berat gecesini açıktan bildirmesinde, Kadir gecesini dahi gizli tutmasında hikmet vardır, şunun içindir ki: Kadir gecesi rahmet, mağfiret, cehennemden kurtulma gecesidir. Allah Teala onu saklı tuttu ki, onun üzerine kimse konuşamaya. Berat gecesini dahi izhar edip açıkladı ki zira o gece Allah’tan hüküm ve kaza gecesidir. Dargınlık ve rıza gecesidir. Kabul ve red gecesidir. Kavuşmak ve kavuşamamak gecesidir. Saadet, şekavet, ikram ve paklık gecesidir. Bu gece bir kimse saadet bulur, diğer bir kimse de saadetten uzaklaşır. Bu gece bir kimse mükafatını alırken, diğer kimse ziyana uğrayıp kaybeder. Bu gece bir kimse ikram görürken, bir başkası mahrum kalır. Bu gece bir kimse ecir alırken, bir başkası kovulur. Nice yıkanıp hazırlanmış kefen vardır ki, sahibi çarşı-pazarla uğraşır. Nice kabir vardır ki kazılıp hazırlanmış, ama sahibi sürur içinde aldanıp kalmıştır. Nice gülen ağız vardır ki yakında ölüp susacaktır. Nice konak vardır ki inşası tamamlanmış, ama sahibine ölüm zifafı hazırlanmıştır. Nice kul vardır ki sevab bekler, ama karşısına ceza çıkacaktır. Nice kul vardır ki müjde bekler, ama karşışına hüsran-ziyan çıkar. Nice kul vardır ki cennetleri bekler, lakin karşısına cehennem ateşleri çıkar. Nice kul vardır ki vuslata kavuşmak bekler, fakat karşısına ayrılık çıkar. Nice kul vardır ki ihsan bekler, ama karşısına bela çıkar. Nice kul vardır ki mülk bekler, ama helak ile karşılaşır.
Bu imtihan dünyasında Allah’tan başka hiçbir şey, hakikaten istemeye değmiyor; bağlanmaya gelmiyor, peşinden gitmeyi hak etmiyor. Uğurlarına bir ömür yaşanan nice şeyler, hatta tapılan nice tanrı taslakları var ki hepsi mahşer günü arkasındakileri reddedecekler, onlardan Allah’a sığınacaklardır. Âyet bunu haber veriyor: “(O gün) aleyhlerine söz (hüküm) gerçekleşmiş olanlar derler ki: Rabbimiz! Şunlar azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak onları da öylece azdırdık (yoksa onları zorlayan bir gücümüz yoktu). Sana teberri ettik (masum/suçsuz olduğumuzu beyan ettik; onlardan uzaklaşıp Sana geldik ve onların suçlarından berî olduğumuzu sana arzettik. Onların iddiaları ile, onların bizi putlaştırmaları ile hiçbir ilişkimiz olmadığını ilan ediyoruz, Sana sığınıyoruz. Şimdiyse Sana gelip onlardan uzaklaşmış bulunmaktayız]. Zaten onlar aslında bize tapmıyorlardı (kendi arzularına tapıyorlardı).” “O vakit o kendilerine uyulmuş kimseler, o uyan şahıslardan teberri edecekler (uzaklaşacaklar) ve azabı görmüş olacaklar; ve aralarındaki bağlar kopmuş olacaktır.”[265]
Bu Berat gecesinde ateşten Beratı (kurtuluş belgesini) ele alabilecek şekilde gönülden bir tevbe ve istiğfarla, yürekten bir yakarışla Allah’a yönelmek, her iman ve vicdan sahibinin yapacağı en akıllı iş olacaktır, tâ ki şu âyette anlatılan “keşke”cilerden olmamak için: (Dünyada kötülere) uyanlar (ahirette) şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden teberri ettikleri (biz sizden uzağız deyip de uzaklaştıkları) gibi biz de onlardan (dünyada) teberri etse idik (uzaklaşsaydık da bu kötü âkıbet başımıza gelmeseydi)! İşte böyle Allah onlara bütün amellerini üzerlerine yığılmış hasretler (keşkeler, pişmanlıklar, üzüntüler) halinde gösterecektir ve onlar o ateşten çıkamayacaklardır.”
Dünyada peşinden gidilen masiva mahşerde bizlerden Allah’a teberri etmezden önce, bizler dünyada iken o masivadan Allah’a teberri etmeliyiz. Bunun yolu da tıpkı peygamberler gibi bütün şirklerden, isyanlardan, hatalardan berî olabilmektir, uzak durabilmektir. Allah’ın “De ki: O, ancak tek İlahtır, başka tanrı yoktur. Sizin şirkinizle de, şeriklerinizle de benim hiç bir ilişiğim yoktur, (ben hepsinden berîyim).”” emrini tutup, tıpkı İbrahim (as) gibi diyebilmektir. Hani “Bir vakit İbrâhim babasına ve halkına şöyle dedi: “Bilin ki ben sizin taptıklarınızden berîyim, uzağım. Ben ancak beni Yaratan’a ibadet ederim. O bana yol gösterecektir.”[268] “Güneş'i doğarken görünce: “Rabb'im budur, bu hepsinden büyük” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden berîyim, uzağım”.
Şeytanın ardısıra giden nefisler, onda aradıklarını bulamayacaklardır. Şeytan bile “Ben Allahtan korkarım” derken, Allah’tan korkması gerekenlerin korkusuzca, cür’etkârca günah işlemeleri pek anlaşılacak gibi değildir. Şeytan tâbilerine vefasızdır çünkü. Hoş, vefalı olsa ne yapabilecektir ki! Kur’an ne güzel anlatmış: “Hani şeytan onlara yaptıklarını süslemiş ve demişti ki: Bugün insanlardan sizi yenecek yoktur. Ben de size muhakkak yardımcıyım. İki ordu karşılaşınca da, iki topuğu üstüne kaçarak: Ben sizden berîyim (benim sizinle alakam yok), doğrusu ben sizin görmediklerinizi görüyorum, Allah'tan korkuyorum. Çünkü Allah azabı şiddetli olandır, demişti.” Demek ki hiçbir kâfir, müşrik ve günahkarı şeytan kendisinden kabul etmiyor, bilakis onların yaptıklarından teberri edip Allah’tan korktuğunu bildiriyor. İşte “İkiyüzlülerin (Münafıkların) durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana “İnkâr et” der. İnsan inkâr edince de: Ben senden berîyim, uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.”
“(Bu) bir Berattir (ültimatomdur, ilişiği kesme ihtarı, ayrılık uyarısı ve kesin son ikazdır)!” şeklindeki Berae suresinin ilk ayetinin ilk cümlesi ve ilk kelimesi ile sarsılıp kendimize gelmeliyiz; nefis ve şeytanımıza bir ültimatom gödererek, yine Beraet suresindeki “Allah da, Resulü de müşriklerden berîdir. Şayet şirkten tövbe edip tevhide yönelirseniz bu, elbette sizin için daha hayırlı olur. İyi biliniz ki siz Allah’ın elinden kurtulamazsınız. Kâfirleri pek acı bir azapla müjdele.” âyetine tam iman ve teslim ile, zifirî karanlık bir gecede kara bir taşın üzerinde yürüyen kara karıncanın izleri mesabesindeki şirklere varıncaya kadar bütün her türlü şirkten, günahtan tevbe edip Hz. Vâhid ü Ehad’e yönelmeliyiz.
Bize düşen hakkı tebliğ, hakikati anlatma, dini temsildir. Eğer i’lâ-yı kelimetullah yaparken birileri ısrarla yalanlamaya kalkışırlar ise, yapılacak olan “onlardan berî olduğumuzu” onlara bildirmekten ibarettir ki bu Kur’ân’ın gösterdiği hareket yoludur: “(Resûlüm!) onlar seni yalanlarlarsa de ki: Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan berîsiniz (uzaksınız), ben de sizin yaptığınızdan berîyim.” “(Ey Muhammed!) Önce en yakın akrabalarını uyar. (...) Şayet sana karşı gelirlerse ‘Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki berîyim’ de ve o Azîz ve Rahîm’e tevekkül et.” İnkarcıların ve iftiracıların hakkından gelinemediği durumlarda sergilenecek Kur’ânî davranış biçimi budur. Nitekim aynı hareket tarzını şu ayette de buluyoruz: “(Ey Muhammed!) Yoksa “Onu (Kur’ân’ı), kendisi uydurdu!” mu diyorlar. Onlara de ki; “Eğer uydurdumsa vebali benim boynumadır. Bense sizin (böyle bir iftira ile) yüklendiğiniz vebalden berîyim, (sizin işlediğiniz günahlardan tamamen uzağım).” Tıpkı Hud Aleyhisselam gibi: “Ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahid olun ki: ben sizin Ona şerik koştuklarınızdan berîyim, hiç birini tanımıyorum.” demek nihâî çözüm olabilir.
Bâri’ Teâlâ bizleri bütün masiyet cerahatlerimizden tebrie ederek bürûet ve nekâhete erdirsin. Bizleri tedavi edip sağlığımıza kavuşturmak suretiyle istibrâ eylesin. Her türlü töhmetlerden, zanlardan, şâibelerden, kuruntulardan, dedikodulardan teberru’ etmeye, temizlenip kurtulmaya muvaffak kılsın. Varsa yaralarımız, şifasıyla ibrâ eylesin. Nihayet biz çamur-âlûd kullarını görünür görünmez zaaflardan ve günahlardan arındırarak ebriyâdan eylesin, bürâe’ sınıfına dahil kılsın.
Kimse kimsenin vebalini yüklenmez. Kimse kimseye suçunu yükleyemez. “Kim (kasıtsız küçük bir günah) bir hata veya (kasıtlı büyük) bir günah işler, sonra da onu (o suçtan) berî’ (masum) olan birinin üstüne atarsa, (sırtına) bir iftira ve pek kesin bir vebal yüklenmiş olur.” İşlediğimiz günahları kimin sırtına yükleyebiliriz? Herkesin zulmü kendine. Kadere de suç bulacak halimiz yok. Kader masumdur çünkü. Yoksa bu da büyük bir iftira ve vebal olur. Bize Hz. Yusuf (as) gibi demek düşer: “Ben nefsimi tebrie etmem (temize çıkarmam); çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, dâima kötülüğü emreder.” demiştir. İki gözlü amel torbamız sırtımızda. Bir gözünde salih ameller, diğerinde günahlar. Dünyada boşaltabileceğimiz bir yer yok. Var, o da kabir çukuru. Biri yüzü dünyaya, öbürü yüzü ukbaya açık. Günahlar zulümdür ve zulümattır. İşte beraat gecesi, kullar heybelerindeki zulümlerden ve zulumattan berî’ olabilsinler diye umumî bir af genelgesinin taraf-ı ilahiden yayınlandığı kutsal gecedir.
Kur’an diyor ki: “İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: “Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan berîleriz (uzak duranlarız); Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.” Hz. Âdem’den itibaren işlenegelen bütün büyük günahların, zulümlerin, şirklerin, nifakların ve küfürlerin en şiddetlilerinin toptan zuhur ettiği ve globalizmle bütün yeryüzünü kuşattığı bir ahirzaman dünyasında Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi önce nefis ve şeytanını dize getiren, sonra da çağın putlarına ve tağutlarına başkaldıran birer tevhid süvarisi olabilmede beraat gecesi ne özel bir kabul günüdür! Tam da bir yıllık hikmetli işlerin tayin, taksim ve tensihinin yapılıdğı bir gecede.
Hoş, yukarıdaki temiz kıyamı gerçekleştiren Hz. İbrahim, aynı zamanda mükemmel bir şefkat, merhamet ve müsamaha insanı idi, kafir olan babası (baba yerine olan amcası) için bile istiğfar edip duruyordu; tıpkı Allah Rasulü’nün Medine’de başmünafık Übey İbn-i Selul için dua ve istiğfarda bulunduğu gibi. Ne diyordu Kur’an: “İbrahim'in babası için af dilemesi, sırf ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıklanınca, ondan tebrie etti (uzaklaştı, ilişkisini kesti). Netice aynı. Her iki nebi de o kâmil şefkatlerinin ufkunda en son emr-i ilahî ile küfüre hak ettiğinden fazla mühlet tanıma ve müsamaha gösterme halinden men’ edilmişlerdi. Bir tebrie yaşamışlardı, saf, pırıl pırıl. Ya bizler? Koskoca bir beraat gecesi geçip de nefis ve şeytanımızdan, hata ve günahlarımızdan tebrie edemezsek, edip de gerçek birer muvahhid kesilemez isek, acaba öbür Berate kadar yaşayabileceğimizden emin miyiz? Bu Berat gecesi ismimiz bir yıl içinde ölecekler listesine girmişse, ve biz bunu bilmiyorsak ne olacak? Geriye tek seçenek kalıyor: Her kandili olduğu gibi beraat kandilini de, elveda şuuruyla geçirmek!
Kur’an-i Kerim’in haber verdiği üzere: “Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an, demişti, Sen iznimle, anadan doğma körü, alacalıyı iznimle tebrie (iyi) etmiştin.” Bu mucizenin sahibi ulu’l-azm Nebi de: “Allah'ın izni ile körü ve abraşı (körlükten ve alacalık hastalığından) tebrie ederim (berî kılarım, uzaklaştırırım, iyileştiririm).” diyordu. Ne olurdu, Hz. İsa gibi şöyle ağzı dualı, eli şifalı bir havari ruhun manevî şifahanesinde bütün gönül hastalıklarımızdan, ruhi marazlarımızdan, psikolojik rahatsızlıklarımızdan berî olabilseydik, olabilseydik de beraatimizi elimize alabilseydik. Mahşerde bilmem ki ağlamadan burada ağlamayı öğrenebilecek miyim? Beraat gecelerinin nurlu sabahlarında dahi kirli kalkmayı başarabileni ne temizler acaba? Medet eyle ya Bâri’, ya Mübri’, ya Müberri’!..
Bâri’ Teala, hakkımızda söylenen ve söylenmesi muhtemel bütün söylentileri bizden bertaraf eylesin, bizleri tebrie etsin, tıpkı Hz. Musa gibi. İlahî buyruk bizlere sesleniyor: “Ey iman edenler! Sizler de Musa'ya eziyet edenler (onu incitenler) gibi olmayın. Nitekim Allah onu, onların dedikleri şeyden tebrie buyurdu (berî olduğunu ortaya koydu, akladı, temize çıkardı). O Allah'ın yanında gözde, itibarlı bir kul idi.” Allah katında itibarlı olmak için tebrie edilmiş olmak sâfiyeti ve berî kılınmış olmak selameti gerekli demek ki. Bu dünyada itibarlı olanlar, itibarlı olanlara. Beraatsiz itibar olmuyor. Ayet gayet açık: “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. (İffetli, namuslu, temiz) olanlar, (iftiracıların) kendilerine yönelik dedikodularından berîdirler ve onlara mağfiret ve kerim bir rızık (büyük bir nasip) vardır.”
“Şaban ayı, benim ayımdır.” buyuran Rasulullah’a, Şaban ayının bu ortanca gecesinde, Beraat ikliminde bol bol salât ü selam getirmek suretiyle, Şaban ayının O’na aidiyetini bir de kendi ağzımızdan tekrar ederken, şahsen bizler de O’na aidiyetimizi dilimizdeki salavatlar ile ilan ve ikrar etmeliyiz. Beraetin aidiyetine ve faikiyetine sahip ol Rasulullah’ın o hususiyet hazinelerinden nasipdar olabilmek için bizim buna ihtiyacımız var çünkü. Değil mi ki “O Allahtır, Hâlık’tır (yaratan), Bâri’dir (en güzel bir biçimde, kusursuzca var edendir), Musavvir’dir (şekil ve suret veren). En güzel isimler O'nundur.” Masiyetlerimizle mükemmel nizamını bozduğumuz mahiyet-i asliyemizi bu Berat gecesinde yeniden kurup aslına ircâ ettirmesini, yenilemesini, ahsen-i takvim şeklini vermesini ol Hâlık-ı Bâri-i Musavvir’den niyaz etmeliyiz, o esma-i hüsnanın tecelligah-ı küllisi’nin yüzüsuyu hürmetine...
“Hani bir vakit Musa, kavmine dedi: “Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen, (sizi kusursuzca yaratan) Bâri’inize tevbe edip nefislerinizi (kötü duygularınızı) öldürün. Bu, Bâri’iniz katında sizin için daha hayırlıdır.” Bunun üzerine (Allah) tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir, merhamet gösterendir.” İçimizde başımıza tanrı kesilmeye çalışan hevamız, nefsimiz ve şeytanımız var ki, bunları öldürmek, emr-i ilahî. Bâri’ Telâlâ’dan Beratini almak isteyenler için olmazsa olmaz şart bu, hayrın ta kendisi. Tıpkı tevbe edip de affolunan kavm-i Musa gibi:
Bâri-i Teâlâ bizleri de bu beraat gecesi, vicdan mahkemesinde günahlarından beraat edebilen kullarından eylesin inşallahurrahman. Allah Teala bu beraat gecesi, ümmet-i Muhammed’i yüzyıllardır içinde yaşattığı muhasaradan beraatine liyakat lutfeylesin. Bu beraat gecesi, üç asırdan beridir İslam’ı düşürüldüğü vadilerden layık olduğu zirvelere yükseltmede biz tâlib ama müznib kullarını şereflendirmek suretiyle keffaret-i zünub kılsın. Kur’an’a da, İslam’a da, biz Kur’an ümmetine ve İslam müslümanlarına da beraatimizi nasip ve müyesser eylesin.
Beraat gecesinde ciddi ve samimi bir şekilde muhasebe ve murakabe yapmak ve günahlardan teberrî ile inâbede bulunmak, her iman ve vicdan sahibinin şânındandır, şuurundandır. Hiç kimseye garanti verilmemiş. Kur’an mü’minleri muhasebeye davet ediyor, diyor ki: “Şimdi söyleyin bakalım: (...) Yoksa ilahî kitaplarda sizin ebedî olan âhirette kurtulacağınıza dair Berat senedi (kurtuluş belgesi) mi var?” Yok! O halde...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder