Beraat Gecesi namazının tarihçesi, tahlili ve nihâî hüküm: 100 rek’atlik bu namazı, Huccetü’l-İslam İmam Gazali (450-505h./1058-1111m.) meşhur İhyâu Ulûmi’d-Din’inde zikretmektedir. Hadis, esasen Hz. Ali’den rivayetle İbn-i Mace’de geçmektedir. Ancak İhya’nın hadislerini kritiğe tabi tutan Zeynüddin el-Irakî (v.806/1403), ve İmam Nevevi (v. 676/1277), bu konuda Gazali’nin İhyâu Ulumiddin ve Kûtü’l-Kulûb’undaki rivayete aldanılmaması gerektiğini söylemektedirler. Irâkî “Bu hadisin aslı yoktur” derken, Aliyyü’l-Kâri’ de bu rivayetin uydurma olduğunu belirterek, Berat gecesi namazının h.400 (m.1010) yılından sonra ilk defa Kudüs’te ortaya çıktığını kaydetmektedir. Bu namazın ilk defa h.448 (m.1056) tarihinde Kudüs’te Mescid-i Aksa’da kılındığına ve zamanla yaygınlık kazanarak sünnet gibi telakki edildiğine dair bir rivayet de nakledilmektedir. Fakat bu bilgilerin membaında, başlangıç noktasında bir yanlış olmalıdır. Çünkü: Öyle görülüyor ki bu namazın sadece Gazali’de geçtiği gibi bir bilgi ile hareket edilip, Gazali’ye atfedilerek reddediliyor. Oysaki hadis esasen İbn Mâce’de (v.275/888) Hz. Ali’den senediyle birlikte geçtiğine göre, demek ki 400 yılından sonra değil, belki hicrî 3. yüzyılda bilinen ve İbn Mace gibi bir muhaddisin “es-Sünen”ine girdiği kadar, bilinen veya bilinmeyen başka hadis kitaplarında da mevcud olan bir hadis-i şeriftir. İbn Mace’nin çağdaşı Fakihî de (ö.272/885’ten sonra) bu namazın Mekke’de fiilî olarak kılınmakta olduğunu haber vermiştir. Senedinin zayıf olması, “uydurma” olduğunu değil, belki senedinin zayıf olduğunu ifade eder. Hadis litaratürünce zayıf hadis, mevzu hadislerden tamamen farklıdır ve İslam hukukunca zayıf hadisler ile faziletlere dair hususlarda (karşısında bir ayet yahut sahih hadis bulunmamak şartı ile) amel edilebilir.
İbn Mace’deki Hz. Ali’den gelen bu hadis, ayrıca İmam Geylanî’de Hasan Basrî tariki ile de zikredilmiştir. Annesi Hayrâ’nın, Peygamberimiz’in zevce-i pâkizesi Ümmü Seleme’ye hizmet ettiği sırada, Hz. Ömer'in halifeliginin son ikinci yılı olan Hicrî 21 senesinde dünyaya gelen, Ümmü Seleme’den süt emen ve Ümmü Seleme tarafından Hz. Ömer’e götürülerek ondan “Yâ Rabbi, onu dinde fakîh kıl ve insanlara sevdir” duasına mazhar olan Tâbiînin kudvelerinden Hasan el-Basrî (d.21/641 -v.110 h.) -en son vefât edenleriyle birlikte üç yüz sahâbe ile görüştüğü rivâyet edilir- şöyle demiştir: “Allah Rasulünün sahabilerinden otuz kişiyi dinledim, bana dediler ki: (Hz. Rasulullah şöyle buyurmuştur): “Berat gecesinde bu (100 rek’atlik nafile) namazı kılan bir kimseye Cenab-ı Hak, yetmiş defa nazar eder ve her nazar ile onun yetmiş ihtiyacını giderir. Bu ihtiyaçların en azı da afvedilmektir.” Yine Hasan Basri’nin Şaban ayının 15. günü (Berat) geldiği zaman evinden dışarı çıktığı ve kendisini ağır bir muhasebeden geçirdiği nakledilmiştir.
Hz. Rasul-i Kibriya’nın Berat gecesi 100 rek’at namaz kılmayı teşvik eder mahiyette, büyük İslam müfessiri allâme Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde kaydettiği bir rivayette Sevgili Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuşlardır: "Her kim bu (Berat) gece(si) yüz rekat namaz kılarsa yüce Allah (cc) ona yüz melek gönderir; otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem azabından teminat verir, otuzu da ondan dünya afetlerini savarlar, onu da ondan Şeytanın tuzaklarını hîlelerini def'ederler." Allâme Yazır’ın kaydettiği bu hadis-i şerif, İbn Mace’nin Hz. Ali’den, Geylânî’nin Hasan Basrî’den rivayet ettiği 100 rek’atlik namazı kılmaya ümmeti terğib etmesinin yanında, o iki rivayeti aynı zamanda takviye ve te’yid de etmektedir.
Dikkate alınması gereken diğer mühim bir husus da şudur: İbn Mace ile çağdaş İslam ulemasından Fakihî’nin (ö.272/885’ten sonra) Ahbâru Mekke’sinde, Mekkelilerin Beraet gecesini Mescid-i Haram’da ihya ettiklerine ve bazılarının yüz rek’atlı bir namaz kıldığına dair rivayeti dikkate alınırsa, Fakihî’nin üçüncü yüzyılda yaşaması itibariyle bu namazın daha önceden, ikinci yüzyıldan, (belki Hasan Basri’nin rivayetine göre birinci asırdan M.H.) itibaren en az bilindiğini ve kılındığını söylemek mümkündür. Bid’at-ı hasene bile olsa zuhur ve ta’miminde belki en son düşünülebilecek yer olan, henüz Tebe-i Tâbiîn’in büyük imamlarını bağrında barındıran Mekke’de, ve dahi Mescid-i Haram’da bu namazın bazı müslümanlar tarafından kılınıyor olması, sözkonusu namazın en az hicrî ikinci yüzyıldan beri belli çevrelerde iştihar ettiğini gösterir. Hem, İbn Mace’nin bu hadisi sadece bir tarik ile kaydettiği dönemde Mescid-i Haram’da kılınıyor olması, hadisin diğer tariklerinin de o dönemde mevcut bulunduğunu gösterir. O dönem ulemasının sorgulamadığı, kılınması için dinî temelleri yeterli gördüğü bir hayır namazı hakkında, aradan geçen yüzyıllar sonra elde kalan bir rivayeti baz alarak hüküm vermek ve bid’attır demek hukuku geçmişe işletmek kadar abestir, yanlıştır. Rivayetin zayıflığına veya mevzuuluğuna hükmedilebilir, fakat o dönemde kılınan bu namazın bid’at olduğuna hükmetmek, öncelikle o dönemin ulema ve fukahasının sorumluluğunda ve yetki alanı içinde olan bir husustur diye düşünüyoruz.
Hem eğer o büyük imamların doğru bilgilerine rağmen kılınıyor olsa idi, muhakkak o müdakkik zevat bu yanlış ile mücadele edecekler, hele katiyen Mescid-i Haram’da işlenmesine müsaade etmeyecekler idi ve bu görüşlerini de eserlerine yansıtacaklardı. Ulaşabildiğimiz kaynaklar itibariyle böyle bir bilgiye rastlanılmamıştır. Vakıa selef dönemi de dahil olmak üzere hemen her devirde bazılarının yaptıkları ve hatta yapılmasını tavsiye ettikleri bazı şeylere kimileri tarafından bid’at denilip cephe alınmış, savaş açılmıştır ki bu İslam tarihini azıcık da olsa karıştırmışlar için çok sıradan bir bilgidir. Bu bakımdan elimizde olmayan bazı kitaplarda kimbilir böylesi bir reddiye de var olabilir, bilemiyoruz. Fakat hal-i hazırdaki durum itibariyle, Beraet gecesinde 100 rek’at nafile kılınmasına karşı olmamışlardır denilebilir. Şayet bu namazın dayandığı hadis-i şerif, -zayıf olabilir, lakin- gerçekten uydurma olmuş olsaydı, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiin ulemasının yalan hadis ile ameli katiyen dinde bid’at olarak değerlendirmeleri ve bu namazı ne Mescid-i Aksa’ya, ne de Mescid-i Haram’a asla sokmamaları gerekirdi. En azından bid’at-ı hasene olarak değerlendiriyor olsalardı, muhakkak kitaplarında bu karşı duruşlarını da ortaya koyarlardı; onların dikkat-i ilmiyyeleri, hamiyet-i diniyye ve iffet-i maneviyyeleri hiç şüphesiz dinle alakalı bir yanlışa titizlikle ve temkinle isyanı icap ettirir, ve onu tashihi istilzam ederdi.
Beri taraftan Fakihî’nin kaydına göre, bu hayır namazının kılındığı yerin Mekke olması, Harem-i Şerif bulunması; kılınan zamanın da Tebe-i Tâbiin dönemi olması itibariyle, bu namazın temelinde mühim bir hakikatin mevcudiyeti hüsn-ü telakkisini de haklı olarak beraberinde getirmektedir, bunda şüphe yok. Ne olursa olsun, nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, şurası muhakkak ki: Bu gece Allah Rasulü bol miktarda namaz kılmıştır. Ne kadar kıldığına dair kesin bir bilgimiz yok; fakat bir rivayette 2 rek’at, bir rivayette 14 rek’at kıldığı ve başka bir rivayette 100 rek’at nafile namaz kıldığı ve bu namazı kılmaya teşvik ettiği nakledilmiştir. Mekkelilerin hicrî 272’den çok önceki zamanlardan beri bu Berat gecesini Mescid-i Haram’da ihya ettikleri ve yüz rek’atli bir namaz kıldıklarına dair Fakihî’nin beyanı açıktır. İbn-i Mace’nin hadisi ortadadır. İmam Geylanî ve İmam Gazali’nin rivayetleri elimizdedir. Ve onlarca fıkıh ve ilmihal kitabında bu namazın mevcudiyeti aşikardır.
Tabiin’in, Sahabe’den sonra en hayırlı nesil olduğunu bildiren hadis de mülahaza dairesinde tutulursa, böyle bir Berat gecesi hayır namazını veya sâir nafile namazları mutlak bid’at kapsamında değerlendirmek yanlış olur. Çünkü haklarında zayıf da olsa hadis-i şerif bulunmaktadır. Esas bid’at, dindeki bir hükmü kaldırıp onun yerine konulan yeni uygulamadır, ya da dinde olmayan bir şeyi din olarak kabul etmektir. Oysa burada aksine Allah Rasulü’nün bu gece bol nafile namaz kıldığı rivayet edilmektedir. İsminin zaman içerisinde tabii olarak “hayır, hasenat için, ecr ü mükafaat için kılınan yüz rek’atlik bir nafile namaz” anlamında “hayır namazı” şeklinde ortaya çıkmış olabilceği açısından konuya yaklaşılmalıdır. İmam Gazalî “Selef, bu namazı kılar ve kendisine hayır namazı adını verirlerdi.” demiştir. Eğer birileri isimlendirmeyi “dinde bid’at” olarak telakki ediyorlar ise, bu durumda “Hayır Namazı” diye değil de, “Hayr ü bereket, afv ü mağfiret ve Berat için nafile namaz” diye niyet edilerek kılınırsa, öyle düşünenlere göre de hiçbir mahzuru kalmamış olacaktır; mahzur değil, bilakis bu, teşvik ve takdir edilir bir salih amel olur. İsme takılmamak lazımdır, nafilelerde niyetler önemlidir. Allahü a’lem, bu geceki nafile namaza “hayır namazı” denilmesi Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin (470-561h./1078-1166m.) naklettiği şu ve benzeri hadislerde bu gecenin “hayırlı bir gece” olduğu rivayetleri sebebiyle olabilir: “Allah Teala hayrı şu dört geceye dağıtmıştır: 1. Kurban bayramı gecesine, 2. Ramazan bayramı gecesine, 3. Şaban ayının orta gecesine (Berat), 4. Sabah namazı vaktine kadar Arafe gecesi.” Hayırlı bir gecede kılınan nafileye hayır namazı denilmek suretiyle yapılan tefe’ül reddilmekten ziyade bilakis kabule yakındır.
Beri taraftan bu namazın pek çok fıkıh kitabında “kılınması müstehap nafile namaz” olarak nitelenmesi de ayrıca önem arzetmektedir ki zaten avam Müslümanlar için bağlayıcı olan da mütfilerinin fetvalarıdır, ilmihal kitaplarının dedikleridir. Örneğin: Mehmet Dikmen, İlmihal’inde Nafile Namazları Revâtıp ve Reğâib olarak ikiye ayırdıktan sonra, Reğâib nafileleri sayar iken “Berat Gecesi Namazı”nı da bu başlık altında kaydetmiştir. T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı ve İslam İlmihali müellifi Mehmet Varlı da Nafile namazları saydıktan sonra der ki: “Bunlardan başka, Hz. Peygamber’in (sas) zaman zaman kıldığı ve kılınmasını tavsiye ettiği münferit namazlar da vardır. Herhangi bir nimete sahip olunduğu için veya herhangi bir beladan uzak tutulduğu için insanın Yüce Allah’a şükür niyeti ile kıldığı namazlar ile Kadir ve Mi’rac gibi çok değerli gecelerde (Berat de dahil M.H.) kılınan namazlar ve yapılan dualar da bu nevidendir (yani nafile namazlar kısmındandır.” Ömer Nasuhi Bilmen Hoca da Berat Gecesi Namazı başlığı altında mezkur 100 rek’atlik namazı kaydetmekle beraber, şöyle bir şerh koymayı da ihmal etmemiştir: “Berat gecesinde ibadet etmenin ve nafile namaz kılmanın çok sevabı vardır. Fakat bu geceye ait sünnet bir namaz yoktur. Bu konudaki rivayetler sağlam değildir.”
Fakat sağlam olmadığını sözlü olarak belirtmekle beraber bu namazı ilmihaline amel edilmek üzere kaydetmekle amel edilebilirliğini fiilî olarak tasvib etmiş olmaktadır. Tabii edilebilirlik başkadır, edilmelidir başkadır. Bazı İslam ulema ve evliyasının bu namazı müstehap görmeleri ve eserlerinde nakletmeleri avam halk için fetva olarak ziyadesiyle kifayet etmektedir. Hem İbn-i Mace, Fakihî, Abdülkadir Geylani ve İmam Gazali’nin rivayetlerine rağmen, bu namazı haber veren hadisler, eğer bizim elimizdeki kaynaklarımızdaki rivayetleri açısından tatmin edici rasanette değil diye yorumlanıyor ise, fezail denilen hususlarda zayıf hadislerle de amel edilebilirlik hükm-ü fıkhisi ve ayrıca, hicrî ikinci ve üçünü yüzyıllarda Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa’da bu namazın kılınıyor olduğu düşünüldüğü takdirde, o devir ulemasının o iki büyük din merkezinde bu namaza karşı çıkmamaları –ki karşı çıksalardı ya bu namaz o mukaddes mabedlerde kılınmazdı veya en azından eserlerinde bu bid’at (!) ile ciddi mücadelelerine rastlanır idi-, evet bu gerçek, bize o dönemde onların bu hayır namazını kılacak dinî temellere sahip oldukları kanaatini ilkâ etmektedir, bizim için de hüsn-ü telakkiyi mübah kılar. Şurası muhakkak ki onlar hadislere ve ana kaynaklara ulaşma noktasında sonraki yüzyılların insanlarından daha geri değillerdi, bilakis memba-ı azbü’l-mevrud’un (sas) birkaç mil yakınında bulunuyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder